‘Ey evlat! Hakk’a karşı ayık ol’

Hak Teâlâ’ya kim kafa tutar? O’nu yok etmeye kim yanaşır? Böyle şeyi aklına alan akılsızdır, ahmaktır. Yahut helak olmaya mahkûmdur

<‘Ey evlat! Hakk’a karşı ayık ol’

TÜRK-AZ HABER / DİNİ

Hak Teâlâ'ya kim kafa tutar? O'nu yok etmeye kim yanaşır? Böyle şeyi aklına alan akılsızdır, ahmaktır. Yahut helak olmaya mahkûmdur.

Bir kimse sana gelir: - Neyin varsa, Allah yolunda dağıt, derse o senin dostundur.

Daimî bir fakir sayılan şu halkın malına göz atmayana yakın ol. Çalış, ileriye geçmeye bak. İslâmiyetin mücerret mânasını taşımanla sana yeter, denmez. Ne zaman gerçeği yapacak ve gerçek yolda çalışacaksın...

Her ne zaman bende bir hareket görseniz, kalbime ateş düştüğünü anlayınız. Ve şu kudsî hadîsi hatırlayınız:

"Ey dünya, dostlarıma ilk anlarında acı ol; tâ kî, seni sevmeyeler. Son demlerinde ise hizmetçi ol; seninle uğraşıp yorulmayalar."

İsa peygamberin yanında kıyametten söz edildiğinde, yavrusunu yitiren ana gibi bağırır, ağlardı ve şöyle derdi: - Sessiz oturmak yakışmaz...

Senin içine hiç aşk ateşi düşmedi. Aşk yoluna girmeye yanaşmadın. Sende his namına kalan hiçbir şey yok; yokluk içindesin.

Büyük zâtlar, dünyada fazla kalmaktan korkar. Çünkü sonucun nereye varacağını bilmezler. Bugün iyi sayılan hâlin, yarın değişmesi ihtimali onları korkutur.

Hacetini halkla bitirme hevesine düşme hâli, Rahman, olandan kapalı olmak; boş arzuların, nefsin, tabiî isteğin ve şeytanın insan benliğine galip gelmesi sonunda olur.

Her kim bu dünyanın mekrinden emin olur, ona tapulanırsa büyük bir bilgisizlik içindedir, cahildir.

Ey evlat! Hakk'a karşı ayık ol, hata edersen O'ndan kork. En çok korkulması gereken O iken, nasıl emin olunur? Böyle şey olabilir mi?.

Ömrüme yemin olsun ki, Hak sana yakınlık verir. Zâtına yakın kılar. Seni tahsis eder. İlâhî lokmalar yedirir. Sırlarına ittıla (öğrenme) peyda ettirir. Müşahede âlemine geçirir. Rahmet kapılarını sana açar. Fazilet sofrasına oturtur, her iyiliğini önüne serpiştirir. Fakat bir şey taleb eder: Kalbî hüzün... Çünkü burası hüzün diyarıdır.

Şimşek bir an çakar, peşinden yağmur gelir. İlâhî şimşek de böyledir. O çakınca İlâhî yağmur yağmaya başlar. Onlar, kulu Aziz ve Celil olan Hakk'a yaklaştırır.

İslâm dininin dış durumu onun kafesidir. Ondan kurtulabilmek için neler etmez ki? Eğer bizi serbest etselerdi, ilmin verdiği hâlin dışına çıkar ve bağırırdık. Günahları bir bir anlatır: - Ey kâfir ve ey fâsık! derdik.

Lâkin zahir ilim ve İslâm dinindeki müsamaha yolu elimizi bağlıyor. Verilen İlâhî hükümlere hizmetçi olunuz ve ilme çalışınız. Bu şekilde çalışacağınız bir ilim yolunda size birçok ruhî inkişaf verir.

Önce İslâm dinindeki emirleri, yasakları öğren, sonra ayrıl, başka şeyleri öğren. Eğer sen, Hakk'ın seçme kullarından isen İlâhî ilimlere vukuf peyda edersin.

Kendi benliğin seni Mevlâ'ya ilettiği zaman, O'nun kapısında durdurur. Sonra şahların geçip gittiği kapılardan birer birer geçirir. Nihayet en son kapıya gelirsin. Orayı açık bulunca dalmayı arzularsın, ama sana dur emri verilir.

Çünkü üzerinde aile efradının hakkı var. O zaman şöyle hitap gelir: "Gidiniz, aile efradınızı alınız, birlikte bana geliniz." (Yusuf/93)

Sırrına yerinde durmak emri verilir. Kalbe sebat hâli verilir.

Sonra duyguların ve cümle varlığın aynı emri alır. Hâl böyle olduktan sonra kendi başına almak, satmak, kalmak ve bir kasta mebni iş yapılmaz. Emirler birbirini takip eder.

- Ye, ey bir şey yemeyen. İç, ey bir şey içmeyen.

Kuyuyu, kadem kadem (adım adım) kazmaya devam ettiğin için ondan, kaynaklar fışkırdı. Orası fışkıran bir menba, akıp giden bir kaynak oldu.

Mücahedenin; belâsına, sıkıntısına sabır edemedikten sonra, nasıl irfan duygusunu bulabilirsin? (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethu'r Rabbani eerinden)