DİYALOG PLANININ TÜRKİYE VECHESİ.....

       Prof.Dr.Haydar Baş,“Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerim’in cevabı” eserinde ‘Diyalog Planının Türkiye Vechesi’hakkın da şu bilgileri veriyor: Ehl-i kitap diye bilinen Yahudi ve Hıristiyanlar,yeni dünya düzeni arayışları çerçevesinde bir yeni üslup ve metot geliştirmiş, bir yumuşama ve yaklaşım tarzına kucak açmıştır.

DİYALOG PLANININ TÜRKİYE VECHESİ.....
Mimar Gökhan Demir

DİYALOG PLANININ TÜRKİYE VECHESİ.....

  Yukarıda da belirtildiği üzere bu yeni yaklaşım gerek dini, gerekse inanç idealleri açısından kendi bünyesinde normal karşılanabilir. Kimse, inancının gereğini yerine getiren, idealleri için çalışanları, dininin gereğini yerine getirenleri, bunun için plan program yapmasını, dünya çapında organize yapmasını kınayamaz. Biliriz ki, temel insan haklarının başında din ve vicdan hürriyeti gelir. Bir insan, din ve inancının tabii gereklerini yerine getirmek, ayin ve ibadet yapmakla kınanamaz. Bu manada Hıristiyan ve Yahudilerin kendi dini inanç ve idealleri doğrultusunda geliştirip benimsedikleri hoşgörü ve diyalog arayışları sebebiyle kınanamazlar. Kendi bilecekleri bir iştir. Bağımsız fikir ortamında dileyen dilediği inancı benimseyebilir.

    "Dinde zorlama yoktur" prensibi bizim dinimizin hükmüdür. Bizim üzerinde durmak istediğimiz husus, hoşgörü ve diyalog adı altında dinimiz İslam'ın akait prensiplerini tahrife yönelik girişimler ve de toprak bütünlüğümüzü hedef alan yayılmacı politikalardır. Yani, ülkemizi rahatsız eden, siyasi ve sosyopolitik boyutu olan ve fakat gizlenen hesaplar var. Bunların delilleri ortadadır.

   Ülkemize yönelik büyük bir misyoner kuşatması altında bulunuyoruz. Bu kuşatmanın görünen yüzü din turizmi, inanç turizmi veya çevrecilik olarak ortaya çıkmaktadır. Biraz perde arkasını irdelersek göreceğiz ki,1071 Malazgirt zaferinden sonra Anadolu'nun Müslümanlaşmasını, Hıristiyanlar hiçbir zaman kabul edememişlerdir. Onlara göre Anadolu özellikle İstanbul, İzmir, Urfa, Van vs... işgal atındadır; mutlaka kurtarılacaktır.

  Mesela, hâlâ kitaplarında haritalarında trafik levhalarında ve resmi metinlerinde İstanbul adı bile geçmez;  Konstantinopolis geçer. İnanç turizmi adı altında ülkemizde belirledikleri mukaddes mekânlar başta olmak üzere Anadolu’ya büyük bir misyoner çıkarması planlanmıştır. İsa (as) 2000. doğum yılı münasebetiyle İzmir Selçuk'a gelinmesi için dünya çapında bir çağrı yapılmıştır. Selçuk, Efes, Meryem Ana vs... bölgeler, bir nevi Hıristiyanlığın mukaddes hac bölgesi olarak belirlenmiştir. Hâlbuki İsa (as)'ın doğum yeri Kudüs'tür. Neden bu mukaddes toplanma yeri Kudüs ya da başka bir Hıristiyan ülke seçilmemiş de bizim topraklarımız seçilmiştir? Üzerinde düşünülmesi gerekir.

    Öte yandan Tarsus, Antakya, Antalya, Urfa, Adıyaman, Mardin, İstanbul ziyaret edilecek mukaddes yerler arasına alınmış; bu yerlere uluslararası statü verilme girişimleri de söz konusudur. Özellikle Urfa-Harran'da bir ruhban okulu planlanmaktadır ki; bu okul çerçevesinde üç dinin ihtiyacına cevap verilecek ve de öğrenci değişimi yapılacaktır.

   Harran bölgesinde üç dinin ihtiyacına cevap aranması, "Hz. İbrahim de buluşalım" sloganı, bu bölgede hem Hıristiyanların hem de Yahudilerin hesabı olduğunu göstermektedir. Nitekim bilinmektedir ki Yahudilerin, Arz-ı Mevud hedefi içinde Harran ve Kapadokya da bulunmaktadır. Harran'da Ruhban Okulu düşüncesi topraklarımız üzerinde Yahudi-Hıristiyan ittifakının uzun vadeli hesaplarını göstermektedir. Nitekim GAP’ın hayata geçtiği günümüzde birçok gayrimüslimin (Yahudiler başta olmak üzere) bir şekilde GAP bölgesinde gayrimenkul satın aldıkları görülmektedir. Bunlar gelişi güzel gelişmeler değildir.

   Öte yandan çevrecilik bahanesiyle patrik ve papazlar, geçmişte Rum veya Ermeni azınlığın yoğun olarak yaşadığı bölgelere seyahatler düzenlemekte, geçmişin hatırasını canlandırma gayretlerine girmektedirler. Karadeniz'de, Trabzon'a yapılan seyahatler bunun çarpıcı bir örneğidir. Diğer önemli bir konu da Fener Patriğinin fiil ve eylemleridir. Fener Patrikhanesinin çevresindeki gayrimenkullerin satın alınması ve genişleme projeleri uygulanması, Fener patriği Bartholomeos'un ekümenik sıfatını kullanması ve bunun Avrupa ve ABD'de tasvip görmesi düşündürücüdür. Bazı uluslararası toplantılarda bir devlet başkanı sıfatıyla (ekümenik) vasfıyla Patriğin karşılanması, bir siyasi mesaj vermektedir. Patrik hangi devletin başkanıdır? Bu devlet nerededir? Yoksa İstanbul'da Vatikan benzeri bir devlet mi planlanmaktadır? Bu plan doğrultusunda mı, sık sık İstanbul'un sur içinden bahsedilmektedir.

    İstanbul'un yönetimi hangi maksada binaen üçe bölünmek istenmektedir? Acaba İstanbul'da kiliseden camiye çevrilmiş olan eserlerin belli aralıklarla yakılması belli bir projeyi mi haber vermektedir? Olayların perde arkasında birçok hesapların döndüğü açıktır. Hâlbuki Patriğin statüsü Lozan’da belirlenmiştir. Bu hususta uluslararası hukuk çalıştırılmalı, ülkemiz üzerindeki hesaplar geçersiz kılınmalıdır.

    Misyonerlik çalışmalarının bugün pratik sonuçları görülmektedir. Başta İstanbul, İzmir, Samsun, İskenderun gibi merkezler olmak üzere Hıristiyanlaştırma faaliyetleri sürmektedir. Öncelikle üniversiteler olmak üzere eğitim kurumlarında birçok misyonerlik faaliyetleri gösterilmekte, İnciller dağıtılmaktadır. Ülkemizde kimi medya vasıtaları tarafından papazlar, kardinaller, hahamlar tanıtılmakta, onların mesajına ısrarla yer verilmektedir. Netice olarak ülkemizin dini-siyasi ve kültürel abluka altında olduğu bir gerçektir. Bu girişimler başlıca iki büyük tehlike doğurmaktadır. Bu ablukanın en tehlikeli boyutu, dini bütünlüğün zedelenmesi neticesinde milli bütünlüğün yok olmasıdır. Nitekim bu tip anlayışlar gündem olmaktadır. Bunların başında inancımızın ve itikat ölçülerimizin dejenere edilmesi gelmektedir. Sanki İslam bu güne kadar tarihi tatbikat içinde yanlış anlaşılmış da onun anlaşılması için Yahudi ve Hıristiyanlar bize akıl verecekmiş... Ne vahim bir algılama bu...

   Ehl-i kitap sanki batılda değilmiş, onlar da kurtulabilirmiş intibaı verilmek suretiyle neslimiz, özellikle gençliğimiz onlara özendirilmek istenmektedir. İşte milletimiz için asıl tehlike budur. Bu kapı açılır, itikat ölçülerimiz ters yüz edilirse, Hıristiyanlaştırma faaliyeti önlenemez. Bunun sonucu milli birlik ve toprak bütünlüğünün tehlikeye düşmesidir. Zira unutulmamalıdır ki dini bütünlüğümüz, millî bütünlüğümüzün teminatıdır. Dini bütünlük zaafa uğrarsa imandan kaynaklanan vatan sevgisi de zaafa uğrar. İşte bu hal, millî bütünlüğün; o da toprak bütünlüğünün tehlikeye düşmesine neden olur. İkinci tehlike de budur. Zaten Ege patlamaya hazır barut fıçısı gibidir. Batı Trakya, Kıbrıs hala kanayan yaradır.

   Rus destekli büyük Ermenistan ideali sınırlarımızı tehdit etmektedir. Güneyden Hatay sorununa ilave olarak İsrail'in Arz-ı Mevud hedefinin uzun vadeli politikası günbegün ayak seslerini işittirmektedir. Velhasıl, her taraftan çevrilmiş bir ate çemberi içinde bulunuyoruz. Türkiye, jeopolitik konumu, tarihi mirası, bulunduğu bölgenin hassasiyetini de dikkate alarak etrafında hangi güç ve inançların çatıştığını, ülkemiz üzerinde kimlerin hesabı olduğunu iyice hesap etmek zorundadır.  

       Masum görünüşlü inanç turizmi kılıfını taşıyan misyonerlik çalışmalarına, siyasi ve kültürel saldırı girişimlerine müsaade edilmemeli ve çok dikkatli olunmalıdır. Bilinmelidir ki hesaplar çok uzun vadeli yapılıyor. Bütün bu oyun ve stratejiler ayrı bir araştırma konusu.

     Biz burada konumuzla ilgili inancı-mızı, dinimizi ve bağımsızlığımızı toprak bütünlüğümüzü ilgilendiren hayati noktalara yanlış gidişata işaret ediyoruz. Elbette ki inancını, dinini, vatanını, milletini, ülke bütünlüğünü korumaktaki hassasiyet her Müslüman Türk insanın görevidir. Aydın, o kimsedir ki; vahim yanlışlara baştan işaret eder, doğuracağı kötü akıbeti önceden görür ve gösterir. Herkes üzerine düşen görevi yapmakla sorumludur. Tabii, görevine yerine ve konumuna göre Allah'ın ve milletin üzerine yüklediği vebalin ağırlığını hissederek...