Bilmediklerini öğrenmek mi istiyorsun?

Bildikleri ile amel edene bilmedikleri öğretilir.

<Bilmediklerini öğrenmek mi istiyorsun?

Bu tabiat, bu kainat; bir kitab-ı ilahidir. Bunu okuyacaksın. Peki nasıl? İşte bu kalp dediğimiz merkeze Allah'ın muhabbetini koyarak, O'nun rızasını kazanmak kastıyla hareket edeceksin.
 
Soruyorsun, "Bu doğru mu yanlış mı?" O da sana, bir dilenciyle cevap veriyor. Hoca efendi ile cevap veriyor. O zaman vicdanın rahat oluyor. Kalbin mutmain oluyor. Allah'tan memnun oluyorsun. Allah'tan razı oluyorsun. O da senden razı oluyor. Bu sefer, Allah'a yürüdüğünü hissediyorsun. Ne ile yürüyorsun? Bu ayaklarla değil, kalp ayaklarıyla yürüyorsun.
 

 
Şimdi geliyoruz, dinin lüzumuna. Her insanın Allah'a ihtiyacı var. Bazısı "O yoktur" deyip, -haşa- inkar ediyor. Aslında O'nu arayışı o kadar şiddetli ki, bu arayışının hangi yönde olacağını bilmediği için inkar yoluyla O'nu bulmayı hedefliyor. İnkarın nedeni bu. Yoksa O'nu, Elest Meclisinde ruhu gördü.
"Ben, sizin Rabbiniz değil miyim? Dediler ki; evet! Sen bizim Rabbimizsin" (Araf; 172)
 
Şuurunun altında bu gerçek yatıyor. Ama nefis de "Sakın O'na gitme" diyor. Önüne bir perde çekiyor. O'ndan uzak olması münasebetiyle bünyede bir huzursuzluk da var. Bu huzursuzluğu aşmak için kendince bir yol buluyor, işte inkar budur. Halbuki mutlak huzur da O'ndadır.
 

 
Eğer insan, o kalp kulvarında, dinin koyduğu ölçülerle Rabbine yürümezse, hayatında saadet, huzur bulması, yaşaması hiç mümkün değil. Şahsiyetli bir karakter olması da hiç mümkün değildir.
 
Öyle bir kimlik çıkıyor ortaya ki, insan, ama şeklen insan. İçinde korkunç bir canavar var. Aslan var. Tilki var. Affedersiniz yılan var. Sokuyor seni.
 
İşte her dönem ve devirde bu kimliğin mutlaka insan kimliği olması lazım. Sadece suretinin değil, kimliğinin de insan olması lazım. Bakıyorsun yakışıklı delikanlı, "ne güzel" diyorsun. Sonra bir de bakıyorsun ki onda hiçbir şey yok. İnsan kimliğine bürünmek için dinin inkar ve ihmal edilmez, aşılması mümkün olmayan lüzumu var. Sadece dine de değil, o dini uygulayan Allah'ın Sevgilisinin müşahhas sünneti de olacak!
 

 
Görünen sahaları akıl bilir. Bunda da akıl yanılır. Deneme yanılma metotları ile bir şeyler yapar. Ama öyle gerçekler var ki, aklın ötesindedir.
 
Aklın ötesine ulaşabilmek, aklın işi değildir. Çünkü orada deneyimi yok. Göz görmüyor, kulak işitmiyor, dil tatmıyor, el tutmuyor. Nasıl, o meçhul hakkında akıl karar versin ki? Aklın şahitleri bu beş duyudur. Getiriyor bilgileri, akıl da "Bu, budur; şu, şudur" diyor. Akıl tefrik etme, ayırma gücüdür.
 
Hiçbir yerden haber aldığı yoksa ne diyecek? İyi mi diyecek, kötü mü diyecek? Elinde bir ölçü yok.
 

 
Bilhassa insanı anlamada, insanın hayatının düzenli ve nizamlı olmasında din kurumuna mutlaka ve mutlaka ihtiyaç vardır. Onun için, dikkat edin, tarihin hiçbir döneminde dinsiz millet olmamıştır. Komünist dönem hariç. O da 73 sene ancak gidebildi, tekerleği birden "pat!" diye patladı.
 
Kısaca, insan, her dönemde, devirde ve her yaşta Allah'a muhtaçtır. Allah'a varabilmesi için, din yoluna mutlak surette ihtiyacımız var.
 
O yolu terk edenin huzurlu, mutluluğu görülmemiştir. Belki çok ciddi teknik imkanları vardır, zengindir. Her şeye gücü yetmektedir. Emreder, bir yerine on bir yapılır. Ama mutluluğu, huzuru, saadeti yoktur. Eşyayı kullanma nezaketi, nezafeti, güzel bir davranış biçimi yoktur.
 
Hangi açıdan alırsanız alın, dine, din kurumuna, onu tebliği eden Peygambere ve O'nun yolundan gidenlere her devirde ihtiyaç vardır ve olacaktır da." (Prof. Dr. Haydar Baş, Hikmetin sırları eserinden) H: AknAydn