ASIL İLİM.....

    Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rab’binin rahmetini dileyen kimse (o inkârcı gibi) midir? (Resul’üm!) De ki; Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür. (zümer 9) buyuruyor.

   ASIL İLİM.....
Mimar Gökhan Demir

   ASIL İLİM.....

  ‘Geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabb’inin rahmetini dileyen kimse’ işte gerçek ilim sahibi odur. Bunun için denir ki, bilginin adı özü ve aslı Allah’ı tanımaktır, Allah’ı bilmektir. Marifet, bilmek; marifetullah ise Allah’ı bilmek, tanımak demektir. Eğer ilim insanı Allah’a taşıyorsa, o bilginin o ilmin fonksiyonu var demektir. O ilmin kıymeti vardır. Aksi takdirde o ilim, ilim değildir. İnsanı Allah’tan uzaklaştıran, Allah’a gitmesine mani olan bilginin ilmin ilim olması mümkün değildir.    İlim öyle bir burak’tır ki, insan ona bindiği zaman zaman onu Cenab-ı Hakk’a taşır. İşte böyle bir taşıma olursa, o taşımanın neticesinde tanıdığı Allah’a da kul olur. Ubudiyette, ibadette bulunur.   Cenab-ı Hak bir kutsi hadiste Resulünün dilinde şöyle buyuruyor: ‘’Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi murat eyledim. Ve mahlûkatı yarattım.’’  Cenab-ı Hak mevcudatı var etmesinin sebebi hikmeti bilinmek istemesidir. Bu sebeple de olsa gerekir ki; Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:  İlim talep etmek, her Müslümana farzdır. İlim, Cenab-ı Hakk’ın ‘’Âlim’’ olması yönüyle, O’nun büyük sıfatlarından bir tanesidir. Âlim olma sıfatı aynı zamanda Peygamberlerin de sıfatlarından bir tanesidir. İlim ise maddi manevi eşyanın hakikatinin kavranmasıdır. Cenab-ı Hakk’ın yaratmış olduğu mahlûkatının, gerek maddi, gerekse manevi sahada, hakikatlerinin bize göre gizli ve açık olan taraflarının tamamının bilinmesidir. O bakımdan Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hakk’ın alimlik sıfatına çokça yer verilir. ‘’Onlar bilmezler mi ki, gizlediklerini de, açıkça yaptıklarını da Allah bilmektedir.’’ (bakara 77)   Cenab-ı Hakk’ın bilmediği hiçbir şey yoktur. Alimlik sıfatı mutlak Allah’a mahsustur. İnsan ise Allah’ göre cahildir. Ama eşyadan bildiklerine göre, bilindiği kadarıyla da âlimdir. Cenab-ı Hakk’ın zatının karşısında insanoğlu mutlak manada cahildir. Bu, eşyayı bilme tanıma açısından böyledir. Âlim eşyayı tanıyandır. Bakar ki muazzam bir nizam, bir düzen var,’’ Bu kadar mükemmel bir nizamın, mükevvenatın sahibi olan Zat-ı Bari ne yücedir’’ diye muhakeme ile Allah’tan çeşitli yönleriyle beraber, nasibine göre korkar.  Zikrullah bir kalbe hâkim olduğu zaman, Cenab-ı Hakk o kulunun kalbine tecelli eder. Kulun kalbine ne kadar tecelli olursa, yaratanını o nispette tanır. İnsan Rabbini ne nispette tanırsa, O’ndan o nispette korkar. Allah cc  ‘’Bildikleri ile amel edeni Allah bilmediklerine varisçi kılar.’’ (Enfal 29) Buyuruyor. Yani ibadette, taatte ısrar edince, bildikleri ile amel edene Allah cc bilmediklerini öğretir.  İnsan Allah’ı kalbi boyutta tanır. O’nu ne kadar fazla tanırsa huzuru, mutluluğu o kadar fazla olur. Bu insanın maddi âlemde sıkıntısı ne kadar fazla olsa da onun kalbi çok geniştir. Maddi âlemde her ne sıkıntı gelirse gelsin yaratandan geldiğini bildiği için kalbi huzurlu olur. Sabreder, kanaat eder, tevekkül eder, tefekkür eder. İz’an sahibi, iman sahibi, merhamet sahibi olur. Cenab-ı Hakk’la ne kadar irtibat kurarsa o kadar O’nun ahlakına bürünür. Yani ne kadar Allah’ı, itaatle-ibadetle zikredip, köprüleri geliştirişe, feyiz huzmeleri onun kalp dünyasını, gönül dünyasını o ölçüde ihate eder, kuşatır. O zaman her şeyde Rabbini görür. Allah’ın kulunun kalbine tecelli ettiği kadarıyla kul Allah’ı tanır. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın Zatı, aslında insanın kalbinide kuşatır. Kalbine olan tecellisi kadar, insan Allah’ını tanır. Cenab-ı Fahr-ı Âlem Efendimize her gün Cenab-ı Vacibu’l-Vucud hazretleri yetmiş bin tecelli ile tecelli ederdi. Dolaysıyla Rabbini her gün yetmiş bin ayrı görüntüde seyrederdi. Bakıyor ki, bir anlık tecelli diğer bir anda yok. Bu durumda o Peygamber nasıl olurda ’’Ya Rabbi! Ben Sen’i hakkıyla tanırım’’ desin. Bir gün Hz. Mevlana atıyla yolda giderken bir zat önünü keser ‘’Söyle bakalım bana! ‘Seni hakkıyla tanıyamadım’ diyen Peygamber mi büyük, ‘seni hakkı ile tanıdım’ diyen Beyazıt mı daha büyük?’’ Hz. Mevlana derki: ’Seni layıkıyla tanıdım diyen Beyazıt, Seni tanımadım diyen Peygamberin yanında hiçbir şeydir.’’ ‘’Neden?’’ ‘’Çünkü Allah’ın sevgilisi her gün yetmiş bin tecelli ile tanıyor. Beyazıt ise ömründe üç dört tecelliye mazhar olmuş, Allah’ı o şekilde tanıyor. Zannetti ki Allah budur, dedi ki ‘Ben Seni hakkıyla tanıdım. ’’Ama Hz. Peygamber de baktı ki, O sonsuzdur. ’Ben Seni hakkıyla tanıyamadım’ dedi. Bu cevap karşısında Şems ‘’Allah’’ diye bir sayha atarak kendinden geçip yere düşüyor. ‘Kaynak Zikir ve Dua’ Prof.Dr.Haydar Baş